Havalimanı Giden Katı Taksi Serüveni

f_sd_696181131417[1]

Bir gün rahmetli Atatürk Havalimanı’ndan yakın ama bir o kadar da toplu taşımayla gitmenin eziyet olduğu bir semte gidecektim ve taksi kullanmak istedim. Tabii bende taksiye tam tarife para verecek göz var mı hiç. O anda aklıma bir şey geliyor. Bunu denemeliyim diyorum.

Şimdi havalimanı taksicileri havalimanından kalktığı için gelen katından hareket ediyorlar ve onların yolculardan beklentisi çok büyük. Zaten söylediklerine göre saatlerce bekliyorlarmış sıralarını, şöyle uzak ilçelere müşteri götürsem de kısa yoldan zengin olsam hevesindeler.

Bir de dışarıdan havalimanına müşteri getiren taksiler var tabii. Onların mıntıkası giden katı!! Yani benim hedef noktam. Taksiciler giden katına gelir ama burdan büyük ihtimalle boş dönerler, havalimanına inen kişinin ne işi olur giden katında, hepsi gelen katında çünkü.

Neyse efendim gelen katından giden katına yürüyen merdivenlerle çıkıyorum ve kapıdan dışarı çıkıyorum. Yola doğru yürüyorum. Taksileri görüyorum insan ve bagaj indiriyorlar ve boş boş ayrılıyorlar. Ön tarafta gördüğüm 3 taksi hariç, onlar beni bekliyor herhalde. Ben olmasam kimi bekleyecekler acaba diye de düşünmeden edemiyorum. Gidiyorum taksilerin yanına, normalde en öndeki taksi mantıken daha çok beklemiş olacağı için müşteriden beklentisi büyüktür diye en arkadaki taksiye yanaşıyorum ve ona reddedemeyeceği bir teklif yapıyorum:

  • (Normalde 40tl tutacak olan bir mesafe için) Beni 25tl ye -haritada göstererek- şuraya götürür müsün?
  • Taksimetre ne derse onu alırız.
  • (Taksimetreyi kabul etseydim gelen katından havalimanı lisanslı taksilere binerdim.) İndirim olmaz mı?
  • Valla olmaz yani.
  • 30tl nasıl?
  • Kusura bakma olmaz.
  • (İçimden diyorum herhalde tüm taksiciler böyle, hiçbiri kabul etmeyecek teklifimi. Bari 5 lira altına versin de hadi en azından uğraştığıma değsin diyorum) 35 olsun hadi.
  • Altı üstü 5 lira için mi bu kadar uğraşıyorsun.
  • (Madem altı üstü 5 lira, sen uğraştırma adamı.) …
  • Hocam gel götüreyim normal şekilde. Olmaz o dediğin.
  • (Tamam kardeş tamam sen kaşındın.) Öndeki taksiye sorayım o da taksimetre diye tutturursa söz sana binecem. (Çok beklersin. Giderim gelen katından binerim daha iyi)
  • Tamam ama kabul etmez kimse.
  • (Y…mı kabul etmez, açgözlü mal. Hala konuşuyor çomarcık ya) Tamam bi soracam. (Niye korktun ki şimdi)

Öndeki taksiciye yanaşıyorum:

  • Şuraya 25tl ye götürür müsün hocam?
  • Bi bakayım haritadan neresiymiş orasııı… Olur gel.

Arkama dönüp son bir bakış atıp taksinin kapısını açtım demek isterdim ama yüzünü görmek istemedim tekrar.

 

Bilginin Kullanılması ve Ayrıntılar

Edindiğim her bilgiyi kullanmak için öğrenirim, ister bugün ister gelecekte kullanma ümidiyle. 2006 liseye giriş sınavına hazırlanırken dershane çıkışında sınıf arkadaşlarımla bu sınav hakkında konuşuyorduk. Biri dedi ki bugüne kadarki tüm sınavlarda doğru cevaplar hep eşit sayıda çıkmış. Nasıl yani dedim anlamadım. Dedi ki yani toplamda 100 soru varsa sadece ve sadece 25 er tane A, B, C, D şıklarını işaretlersen full çekebilirsin, doğru cevaplar homojen dağılıyor. Ouuu dedim dur dur, tekrar anlat şunu, emin misin bak, yalan söylemiyorsun demi, Sen saydın mı? diye rakibime heyecanlı sorular yönelttim. O da cevapladı:

 ⁃ Abim saymış tüm çıkan soruları, o söyledi.

 ⁃ Ooo o zaman ben kullanırım bunu valla. (Ellerimi ovuşturuyorum)

 ⁃ Yok be bunu yapabilmek için en az 90 soru yapman lazım.

 ⁃ (Diğer 2. arkadaş): Aynen boşa sevinme bence de.

 ⁃ (Ben): Madem sevinmeyecektik niye söyledin o zaman en başta?

 ⁃ Öylesine söyledim aklıma geldi. Hem yapılır yapılmasına ama sınavda baya iyi yapmak lazım ki bu yöntem işe yarasın.

 ⁃ Biz kötüysek kim iyi? dedim. (Thug Life.)

Ben kullanırım arkadaş bunu dedim içimden. Ve kullandım da. Türkiye ikincisinin yapamadığı tek soru olan o Fen sorusunu bilmeden şıkları sayarak yaptım. İki şık arasında kalmıştım ve son iki dakika kalmıştı. Hemen B ve D şıklarını saydım. 24 tane B ve 26 tane D şıkkı çıktı. Hemen B’yi işaretledim ve doğru çıktı.

Şimdi millet o kadar iyi üniversiteleri kazanıyor mezun oluyor ama işe başlayınca da de’yi da’yı ayrı yazmayı bilmiyor. Ama üniversiteye girerken neyin nasıl yazılacağını adı gibi biliyordu. Noldu da şimdi yaz(a)mıyorlar acaba gerçekten merak ediyorum. Öğrenilen gerekli bilgiler kullanılmadığı sürece bir hiçe dönüşür.

Meraklısına ikinci hatıram

Bir kitap almıştım. Arka kapağında diyordu ki bu kitabın her bölümleri o kutsal harfle başlar, b harfi ile.
Kitabı okuyan diğer arkadaşlarımla kitabı tartışırken önce olaylardan bahsettik falan neyse. Sonra ben de hemen onlara bu arka kapaktaki yazıyı bilmiyormuş gibi sordum: Biliyor musunuz acaba neden kitaptaki bu tüm bölümler b harfi ile başlamış? Ben çözemedim de.

 ⁃ Ne! Hö! Öhü! Şöpürt! Öyle bir şey mi vardı kitapta?

 ⁃ Bilmem belki de yoktur. B harfinden emin değilim C harfi de olabilir yanıldıysam düzeltin. demedim tabi.

Öyle işte millet. Bu da başlıktaki ayrıntıyla ilgiliydi. Ayrıntılar çok önemli. İnsanları en çok şaşırtan şeylerden biri ayrıntılardır.

Benim bedenim benim kararım

İkinci sınıfa giderken dişime tel takmışlardı. Bu damaklı olanlardan, aparey veya aperey dedikleri cins. yemek yerken çıkarmak zorunda kalıyordum takarken de onu yıkamam gerekiyordu. Böyle bir zahmeti vardı. Ders arasında biri abur cubur verse bişey atıştırayım desem, bu zahmeti çekeceğime hiç yemem daha iyi diyip yemezdim. Abur cuburlar canımı çok sıkmazdı gerçi, bunlara aldırış etmiyordum, ta ki bir gün dışarda toplaşan teyzeler gözleme yapana kadar. Olayı canım çekmesin diye anlatmıyorum ama sonuç olarak teklif edilen o gözlemeyi yemedim. Ne var yani bu kadar büyütecek? Annen hiç mi gözleme yapmıyordu sana diyebilirsiniz. Evet yapmıyordu kardeşim. İki ayda bir bazen senede iki defa yapıyordu. Sorun gözleme değildi, sorun hamur işiydi. Hamur işiyle arası yoktu annemin. Her neyse, eve gittim ve anneme dedim ki ben artık bu şeyi takmayacağım. Olmaz dedi dişin düzelsin bir sene daha tak. Hayır dedim yemek yememi kısıtlıyor bu, istemiyorum artık. Hayır oğlum ileride evleneceksin dişlerin böyle olursa kimse seninle evlenmez bak dedi. Ben de tabi o zamanlar küçüğüm ya evlenmeyi istemiyorum zaten. Bunu sırf evlenmek için takıyorsam ben zaten evlenmeyeceğim, takmıyorum o zaman, dedim. O da şöyle dedi: “Nasıl evlenmeyecekmişsin, şimdi küçüksün anlamazsın sen, sonra ileride bize kızarsın anne baba niye beni dinlediniz de o teli taktırmadınız, şimdi çirkin oldum sizin yüzünüzden. Ben küçüktüm beni niye dinlediniz dersin.”
Demem ya niye diyim, hem benim dişim değil mi ister takarım ister takmam dedim. Olsun dedi, sen büyüyünce anlarsın niye taktırdığımızı, şimdi takmak zorundasın, diş senin olabilir ama sen bilmezsin bu hayatta neyin doğru neyim yanlış olduğunu cinsinden bişeyler söyledi. O da üsteleyince ben de taktım mecburen.
Evet şimdi ise annemin dedikleri doğru çıktı. Eğer takmasaydım derdim ki neden taktırmadınız bana, ben küçüktüm salaktım niye beni dinlediniz, siz de mi salaktınız.
Evet buradan benim bedenim benim kararımcılara sesleniyorum. Birincisi beden tam manasıyla senin değil. İçinde ne olup bittiğini bilmiyorsun bile. İkincisi, beden senin olsa bile neyin doğru neyin yanlış olduğunu Allah senden daha iyi bilir. İnsan kendine zulmeder, sonra başına gelenlerden dolayı isyan eder.

Behiç’in anlamı

Küçüklüğümden bu yana nerdeyse adımı soran herkes anlamını da merak edip sormuştur. Aaa ne kadar farklı bir isim! Anlamı ne Behiç’in? Sanki Ali’nin, Ahmet’in, Ayşe’nin anlamını biliyor da bir de Behiç’in anlamını soruyor. Hadi Ali’yi geçtim; Berkecan’ın, Batuhan’ın anlamını biliyor musun da gelmiş benimkini soruyorsun. Önce onları öğren sonra sıra benim ismime gelsin. Hatta bırakın başkalarının ismini kendi isimlerinin anlamını bile bilmeden benimkini soruyorlar. Bana diyebilirsiniz ki insanları neden suçluyorsun belki de biliyorlardır isimlerinin anlamlarını. Kendimden biliyorum. Bugüne kadar kimse biraz daha popüler olan ikinci ismim Talha’nın anlamını merak edip de sormadı. Ben de kimse sormadığı için Talha’nın anlamını bilmiyorum. Demekki Ahmet’ler de Ayşe’ler de kendi isimlerinin anlamlarını bilmiyorlar. Ben de Ahmet’in, Ayşe’in anlamını bilmiyorum çünkü hiç merak edip de sormadım. Demekki popüler ismi olanlara kimse isimlerinin anlamını sormuyor, merak etmiyor. Merak edip soracağı gelse bile utancından soramaz. Koskoca Ahmet’in anlamını bilmiyormuş demesinler diye sormaz.

Çocukken bunu yazdım

4-5 yaşlarındaydım. Evde boş boş oturup annemi ve babamı izliyordum. Hareketlerini, sözlerini, davranışlarını… Dedim ki kendi kendi kendime, bu kadın neden benim annem? Ben olmasaydım o anne olamazdı. Babam da baba olamazdı. Ya da bunlar değil de başkaları benim anne babam olabilirlerdi. Neden olmasın? Hayatta her şey olabilirdi. Ben olmasaydım bu ikisi bensiz naparlardı? Kesin canları sıkılırdı. Ben bunlara mutluluk getirdim. Ben neymişim be.
Ben olmasam bunların hareketlerini, davranışlarını kim görecekti? Bunlar kimle muhatap olacaktı ben olmasam? Annem kime kızacaktı? Evet en sonunda kararımı verdim. Bu hayatta tek gerçek benim ve ben ne düşünüyorsam tek gerçek o. Benim dışımdaki tüm insanlar sadece fiziksel bir canlı ve bu hayattaki -benim başrolünü çektiğim- oyunu sürdürebilmem için yaratılmış birer ruhsuz bedenlerdir. Bu insanlara vursam bunlar acı çekmezler, yani hissetmezler, ağlarlar ama rol yaparlar, inanmam ben onlara. Asıl acıyı ben hissederim. Çünkü ben gerçeğim. Kendimi çok yalnız hissediyorum. Bu sahte insanlarla bakalım kaç sene yaşayacağım acaba?

Bakırköy’de Adres Sormak

Lise 3’teyim Bakırköy Capacity’de arkadaşlarla buluşmaya gidiyorum. Otobüsten indim Bakırköy’ün çarşısına doğru yürüdüm ve çarşıya girmeden hemen sağda köşedeki bir büfeye abi bu Capacity nerede diye sordum. Adam bana kaşıyla sakızları gösterdi. Ben de adamın söylediğimi yanlış anladığını zannederek tekrar aynı soruyu sordum, adam yine sakızları gösterdi. Bu sefer dedimki: “Sakızları sormuyorum, Capacity nerede diye soruyorum.” Adam bu sefer de hiç bir şey demeden elini sakızların olduğu yere uzatarak ordaki küçük bir kağıdı gösterdi. Kağıtta “ADRES SORMA: 50 kuruş” yazıyordu. Onu görünce çok gıcık oldum, adama bir eaaaahhhh diyip elimle işaret çaktım ve oradan uzaklaşıp başka insanlara sormaya gittim.

Çok afedersiniz bu piç, insanlıktan nasibini almamış ve her şeyin paradan ibaret olduğuna nasıl inandırılmışsa artık… Devamını siz getirin.

Ama eminim kendisi de bu yaptığının kötü bir davranış olduğunu biliyordur. Eğer yaptığı bu davranış kendine göre normal bir davranış olsaydı bana utanmadan ve sıkılmadan kardeşim adres sormak 50 kuruş diyebilirdi. Ama buna vicdanı el vermediğinden midir yoksa başka hangi mallıktansa adama üç kere adres sormama rağmen hiç cevap vermedi ve işaret diliyle anlaşmaya çalıştı. Ne diye kendine eziyet ediyorsa artık. Hem mal hem mal.

Efsane Şehir

– Yine mi o kahveciye gidecez? diye sordum arabadayken.
– Kahve tam otobanın ortasında. Arabayı park ettik mi en yakını orası. Hem tanıyoruz da adamı. Başka yere gitmeye ne gerek var, dedi Kazım.
Yine her zamanki kahvede oturduk çay içiyoruz. Kağan da yanımızdaydı üç kişiydik. Üçümüz beraber arabayla gelmiştik bu şehre. Bu, kahveye üçüncü gelişimizdi. Artık kahveciyle kanki olmuşuz. Sabah da bu kahveye gelmiştik. Sabah geldiğimizde bizimkiler, kahveciye: Abi buradan İstanbul Bağcılar’a gidecek araba olursa bize haber et olur mu? Bir arkadaşımızın erken gitmesi gerek, demiş. Şimdi de adam yanımıza geldi:
– Arkadaşlar bugün İstanbul’a gidecek kimse gelmedi, dedi.
– Eyvallah abi yine de sağol.
Çayımızı bitirdikten sonra kahveden kalktık ve camiye gittik ikindi için. Şehrin en meşhur ve en büyük tarihi camisine. Camide abdest alırken aklıma geldi: Arabayı buraya geldiğimiz günün öğleni kiralamıştık, yarın eve dönerken vaktin öğlene sarkmaması lazımdı, yoksa bir gün parası daha öderdik. Arabayı kiralayan arkadaşım belki de bilmezdi bunu diye düşündüm. Camiden çıkınca söylerim dedim.
Camiden çıkmak için ayakkabılarımı almaya gidiyordum. Sonra kalabalıktan bana seslenen babamı gördüm. Camiden beraber çıktık. Daha sonra yolda anneannemi gördüm. O da şehirden bugün ayrılıyormuş. Artık ne ara gelmişse. Tam o sırada yolun kenarında park halinde, kiraladığımız son model Ford Transitimizi gördüm. İstanbul’dan bununla gelmiştik. Arabayı Kazım sürmüştü hep. Beyaz renkliydi. Sanki ilk defa görmüştüm. Çünkü Transporter zannediyordum ben o arabayı. Tam o sırada dayım yoldan valizleriyle geçiyordu.
– Ooo sen de mi burdaydın ya. Hiç haberim yoktu, dedim.
– Günübirlik geldim zaten arabayla. Şimdi dönüyorum.
– İyi bakalım, güle güle, dedim.
Dayım Passat’ına doğru yürüyüp valizleri yerleştirmeye başladı.
Bi şehre geldik hemen moda oldu dedim kendi kendime. Önce babam, sonra anneannem ve sonra da dayımı gördüm. Nasıl bir şeymiş böyle…
Anneannem eline hediyelik birkaç şeyler almış, bana döndü birini gösterdi ve bunu anneme aldım, dedi ve devam etti: Annem dayına çok kızacak ona hediye almadı diye. Bari ben alayım dedim. Kendime de bir şeyler aldım.
– Ne aldın?
– …………
– İyi hayırlı olsun.
Hediyeleri görünce bir düşündüm. Şehirdeki üçüncü günümdü ama ne kendime ne de başkasına hediye almıştım. Acaba ne alsaydım, nereden alsaydım. Caminin karşısında güzel bir dükkan vardı oradan mı alsam diye düşündüm. Daha sonra bu şehrin neyi meşhurdur acaba diye düşündüm. Sonra bu şehir neresiydi diye düşündüm. Afyon’un kaymağı meşhurdu dedim. Sonra bu şehrin Afyon olmadığı aklıma geldi. Amasya’ya mı gelmiştik yoksa dedim. Etrafta Amasya evleri yoktu. Hem daha önce Amasya’ya gitmiştim. Gittigim yere bir daha gitmem ben dedim. Sonra Aydın dedim. Deniz olmadigi için Aydın da olamazdı burası. Yine ıskaladım. Adıyaman Adıyaman!!!! dedim. Hayır ya o kadar uzaklaşmış olamazdık İstanbul’dan. Adıyaman değildi sanki. Hem Adıyaman olsaydı yemekleri güzel olurdu. Bolu Düzce yakınlarında ya da iç anadoluda bir yer olması lazımdı. İlk harfi de A ile başlaması lazımdı çünkü hep aklıma A’lı şehirler geliyordu. Neyse şehrin adının bir önemi yoktu. Sonuçta bir şehirdi. Ama dur bakalım. Üç gündür buradaydım ve hala Foursquare’de check-in yapmamıştım. Hayy aksi! nasıl oldu da aklıma gelmedi. Demek bu kadar eğlenceli geçmişti günümüz. Yarın sabah da şehirden ayrılacaktık üstelik. Mehmet de başka bir şehirdeydi ve çok check-in yapmıştı, ona yetişmem lazımdı. Allah’tan aklıma gelmişti de elimi cebime attım. hemen check-inimi yapacaktım. Hem böylece şehrin adını da öğrenecektim. Daha telefonumu çıkarmadan rüya kesildi ve bitti. Kalktım, hava hala gündüzdü, akşam olmamıştı. Öğlen vakti yatmıştım. Çok yattım ya, niye böyle çok yattım ben? Saat kesin 8 olmuştur dedim. Saate baktım 17.35. Ouuuhh çok iyi çok iyi. Az yatmışım, 14.30’da yatmıştım. İyi rüya görmüşüm dedim kendi kendime. Ders çalışmam lazımdı onun için çok yatmamalıydım. Sonra rüyamı düşündüm. Sahi, neresiydi bu şehir? Aklıma yine A ile başlayan iller geldi ama sanki hiç biri değildi. En sonunda Türkiye haritasına baktım. İç anadoluya baktım. Çünkü koordinatlarım orayı gösteriyordu. Bolu’nun oralara baktım yok. Ankara mıydı yoksa dedim. Ama daha önce sesini hiç duymadığım içimdeki bir ses, “yoook canımmm” dedi, ne işim vardı Ankara’da. Biraz daha aşağılara indim ve Aksaray ilini gördüm. Aksaray Aksaray! İl olup olmadığından şüpheliydim zaten. Gittiğimiz şehir de zaten bir şehirden çok köy gibiydi. Otoban dedikleri yol da bizim İstanbul sokakları gibiydi. Ama güzel günler geçirmiştik. Her ne kadar ne yaptığımızı hatırlamasam da güzel günler… Zaten önemli olan ne yaptığım değildi. Güzel duyguları yaşamış olmamdı. Rüya görmek güzel şey gerçekten.